Yazı
Yazar : Atilla OLÇUM
823 Görüntülenme
Aydınlıkta kaybedileni karanlıkta aramak
Atilla OLÇUM

Nasreddin Hoca’nın meşhur yüzük fıkrasını bilirsiniz. Hocayı dışarıda bir şeyler aranıyor olarak görenler ne aradığını sorarlar. Kaybettiği yüzüğünü aradığını söyleyen Hoca’ya yüzüğü nerede kaybettiği sorulunca verdiği cevap tuhaftır:  

“Samanlıkta kaybettim.”  

“Samanlıkta kaybettiğin yüzüğü burada niye arıyorsun?” diye sorulunca Hocanın verdiği cevap en saf akılları bile hayrete düşürecek gülünçlüktedir:

“Burası aydınlık da onun için.”

Her fıkrası gibi Hoca’nın bu fıkrası da çarpık düşünce, metotsuzluk, analitik zekâ yoksunluğu, samimiyet, isteksizlik gibi şimdilik bir çırpıda aklımıza gelen çok esaslı sorunlarımıza ince göndermeler yapmaktadır.  

Bir kaybı bulma isteği insanın değer bilincine sahip olması adına önemlidir. Ancak tek başına sorunun tespiti ve çözme isteği yeterli olmaz. Netice elde etmek için doğru yerde, doğru zamanda, doğru bir usul takip etmek gerekir. Yani bütün bir değer olarak doğruluk, özü, biçimi, yöntemi bakımından da doğru olmalıdır. Bütün bu unsurlardan biri eksik kaldığı zaman niyetiniz halis de olsa maksada ulaşamazsınız. Samanlıkta iğne veya yüzük aramanın zorluğu bir yana, burada kaybettiğiniz şeyi orada bulma ihtimaliniz imkânsızdır. Hoca ters bir diyalektikle esasen bize bu usulü öğretiyor olmalıdır. Yani yanlış bir yöntemle doğruyu bulamayız demek istiyor. Bu ironik latifeyle kendine gelen zihin, nerede kaybedildiyse orada arama gereğini kendiliğinden anlar. Bu basit, yalın gözüken usulü maalesef gündelik ve genel hayatımızda yeteri kadar uygulayamadığımızdan bulmak şöyle dursun kayıp ve zararlarımız arttıkça artmaktadır.

Evvela boşa geçen zamanlarımızı, enerjimizi tüketmiş oluyoruz. Bütün mesele gerçekten neyi nerede kaybettiğini bilip bilmemekte ve yitiğini bulmak isteyip istememekteki samimiyette düğümleniyor. Öyle olmasaydı Hoca’nın saf bir masumiyetle yitiğini yanlış yerde aramasındaki samimiyete bile hasret kalacak bir gösteriş içine girilmezdi. Niçin gösteriş diyorum? İçselleştirilmemiş ve samimi olmayan her çaba içinde gösteriş barındırır. Bir şeyler yapıyor görünmek, arar görünmek sorunu çözmüyor. Hoca’nın saf tutumunu aratan şey, çabalarımızda samimi ve bilinçli gözükmektir. Aslında daha çok siyasi rüzgâr veya konjonktür icabı bulmak gibi bir dert edinilmedi. Belki aynı veya benzer sebeplerle bulmaya razı da olunmadı. Değerin ağırlığını, sorumluluğunu taşımak istemeyenler yitiklerini bulamayacakları yerde aradılar; daha doğrusu arıyormuş gibi göründüler. Dert edinmiş, derdi olmuş hissi vermek bir kendini aldatıştır.  

İşin daha tuhaf yanı nedir biliyor musunuz? Gariptir ama neyi, niye yitirdiklerini bilmeyenler aynı zamanda bulmak istemeyişlerinin nedenini de biliyorlar. Biliyorlar ama kimi zaman sorunu çözmede bilgi yeterli olmuyor. Bilgi, inanç ve cesaretle köklü bir hamle ve atılım gerekiyor. Daha da beterini söyleyeyim mi? Hoca karanlıkta kaybettiğini aydınlıkta ararken birileri aydınlıkta kaybettiklerini karanlıkta aradılar. O nedenle hep sorunlar ağı içinde çırpınıp durdular. Hiçbir zaman sorunlara köklü çözümler, çareler üretemediler. Geçici, anlık, palyatif önermelerle günü kurtarmaya çalıştılar. Görüntüyü kurtarma çabaları sorunları daha da ağırlaştırdı. Bu yanlış usulle çözüm diye denenen her model veya sistem, çok kısa zamanda daha ağır sorunlara yol açtı.  

Kültürel alanın düzenlenmesinden eğitim hayatına kadar yaşadığımız sıkıntıların kaynağında neyin nerede aranıp bulunacağını bilememek veya bu çabalarda samimi olmamak vardır. İşte bugün özellikle ortaöğretime ve yükseköğretime geçiş sistemleri ile bu sistemlerin bir parçası olan merkezi sınavların değiştirilmesi sürecinde yaşanan gündem, köklü çözümlere yönelmeyen yanlış usulün son örneği olmaktadır. Sorunun mahiyeti ve kökeni doğru tespit edilemediği için sürdürülebilir ve yönetilebilir bir sistem inşa edilemiyor. Bir üst öğrenime geçiş süreçlerinde son yaşanan olaylar göstermektedir ki artık sorun/ sebep-sonuç analizi dahi yapmadan yeni bir sistem kurgulanmaya çalışılmaktadır.  

Daha anlaşılır olmak için bu konuyu biraz açalım: Diğer sorunlardan bağımsız tek başına bir sorunumuz yoktur. Günümüz dünyasında , eğitimin belli bir yaş aralığına münhasır bir olgu olmaktan çıkarak yaşam boyu devam eden/etmesi gereken bir süreç olduğunu ifade etmek gerekir. Okul öncesi eğitimden yükseköğretim ve sonrasına kadar tüm eğitim süreçlerinin birbirleriyle bağlantılı olduğu gerçeğinden hareketle her aşamayı dikkate alan eğitim sistemi inşası bir zorunluluktur. Bu nedenle her bir eğitim kademesini birbirinden bağımsız süreçlermiş gibi ele almak yapılan yanlışlardan ilkidir. Örneğin ortaöğretime geçiş sistemi TEOG’u, sınav kaygısını belli bir zaman dilimine yayarak minimize ediyor olması nedeniyle olumlu bulduğumuzu, ancak asıl sorunun bütün ortaöğretim kurumlarına TEOG sınav puanıyla merkezi yerleştirme yapılıyor olmasından kaynaklandığını Eğitime Bakış 2016 İzleme ve Değerlendirme Raporumuzda ifade etmiştik. Bu sistem ile hem öğrencilerin hem de bütün okulların artık başarı düzeyine göre hiyerarşik olarak sıralanarak etiketlendiğini belirtmiştik. Geç de olsa bu yanlıştan dönüldü. Dönüldü ama yanlıştan dönmek doğruyu bulmak anlamına gelmiyor. Aynı sorunları Yükseköğretime giriş sisteminde, beşinci sınıfların dil eğitimine ayrılmasında ve ilkokulda el yazısı uygulamasında yaşamadık mı? TEOG ve benzeri uygulamaların olumlu ve olumsuz yönlerine ilişkin yeterli tespit yapmadan, olumlu yönlerini geliştirmek, olumsuz yönlerini ise düzeltmek için çaba harcamadan politika geliştirmek, aydınlıkta kaybedileni karanlıkta aramak olacaktır.

Yanlıştan elbet dönülmeli, yitiğimiz elbet bulunmalıdır. Ancak bunun yolu öncelikle samimi olarak neyi yitirdiğimizi ve bulmak istediğimizi nerede aramamız ve bulmamız gerektiğini bilmekten geçer. Bunu bilmeyenlerin, bu ülkenin geleceğini şekillendirecek olan Milli Eğitimimiz noktasında kabul gören bir sistem geliştirmeleri mümkün değildir. Eğitim doğası gereği dinamik bir alandır. Bugün okullarda öğrettiklerimiz 15 – 20 yıl sonra işlevsiz ve yetersiz hale gelecektir. Bu nedenle eğitimin felsefesinin, içeriğinin, metodolojisinin, bileşenlerinin zaman içinde değişmesi gayet doğal hatta bir gerekliliktir. Ancak bu değişim alelacele günübirlik kararlarla olmamalı, eğitimciler arasında ve kamuoyunda tartışılmalı, eğitimin paydaşlarıyla istişare edilerek olgunlaştırılmalıdır.

Yıllardır hep yanlışları deneye deneye yanlış işler ustası olduk çıktık. Yanlış yerden, yanlış yoldan doğruya gidilmez. Yanlış yerde, yanlış yöntemle, yanlış yönelişle doğru görülmez, bulunmaz.

Yazarın Diğer Yazıları
MEMUR-SEN
KONFEDERASYONU
EĞİTİMCİLER BİRLİĞİ
SENDİKASI
Zübeyde Hanım Mahallesi Sebze Bahçeleri Caddesi No:86
Altındağ - Ankara / TÜRKİYE
Tel : 0.312 231 23 06 Faks : 0.312 230 65 28
ebs@ebs.org.tr
Copyright © Eğitim Bir Sen